Öyle kütüphanesi olan bir konakta
veya kitaplığı olan bir evde doğmadım. Dedemden miras kalan bir kütüphanemiz de
yoktu. Dokunmanın bile yasak olduğu ilk kitabı bir çanta içerisinde duvarda
asılı olarak gördüm. Bazen dedemin, bazen babamın elinde… Dolayısıyla
kitapların duvarda asılı bir nesne olması gerektiği kanısına kapıldım. Hatta
okula başlayana kadar da hep böyle düşündüm.
Okula başladığımda kitaplarla
tanıştım, tanıştırıldım. Her çocuk gibi önce resimlerdi ilgimi çeken. Renkli
alfabemiz ne kadar da güzeldi. Sonradan bu renkli resimlerin altında yer alan
Ramiz isminin, resimleri çizen kişinin adı olduğunu öğrendiğimde bu ad bana
biraz tuhaf gelmişti. Bu ismi ne okulumuzda ne de çevremizde hiç duymamıştım.
Öyle ki diğer çocukların da ilgilerini çekmiş olacak ki birbirlerine Ramiz diye
şaka yaparlardı güya.
Kitaplarımın her sayfasını tek tek
açar doyumsuz bir seyre dalardım. Resimlere bakar hayaller kurardım, capcanlı
hayaller. Kargacık burgacık yazılar benim için bir anlam ifade etmiyordu. Fakat
resimlere anlam yükler, kendime göre hikâyeler uydururdum. Kendi halimde
bununla mutlu olur, resimlerin altında yazılanları bir an önce okuma heyecanını
yaşardım. Okulun ilk aylarının, çocukluğumun en güzel zamanlarının böyle
geçtiğini hatırlıyorum. Sonra okuma yazmaya geçmiş, kitaplara bir başka gözle
bakmaya başlamıştım. Şimdi önümde yeni bir dünya değil, dünyalar açılmış
gibiydi.
Okuma yazma derslerine doymaz eve
geldiğimde tekrar kitapları çıkarır, onların her bir sayfasını itina ile açar,
sayfaların içinde kaybolur giderdim. Kitap, annemi her özlediğimde hayallerimin
kapısı gibi açılırdı bana. Daha sonra halk hikâyeleri, halk masalları,
bilmeceleri, destanları yazılı olan kitapları keşfetmemle birlikte okumanın
derin dünyası beni sardı, sarmaladı, büyüttü. Hayallerim büyüdü, arzularım
büyüdü, meraklarım da okudukça her geçen gün arttı. Yeni dünyalar keşfediyor,
giderek dünyamın da genişlediğini düşünüyordum. Küçük lokum sandığının arasına
raf ekleyerek bir kitaplık yapmaya bile çalışmıştım. Biriktirdiğim harçlığımla
aldığım mavi renkli yağlı boya ile özenle boyamıştım kitaplığımı. Üç beş kitabı
rafa dizer, karşısına geçer seyrederdim. İşte o zaman hayallerim çoğalır,
kitaplarımın çoğaldığını varsayar mutlu olurdum. Araya annemin hasreti girmese
mutluluğuma hiç diyecek yoktu. Sonra bir gün geldi ki bir şeyler yazmaya
başladığımı fark ettim. Fark ettim diyorum çünkü ilk kalem denemelerim bana
göre şiir gibi bir şeylerdi. Ayrıca belki çocukça birkaç cümlelik hikâyeler…
Artık öyle bir zaman geldi ki okumanın
zevkinde, yazmanın hazzındayım. Okumayı da yazmayı da yaşama sebebi olarak
görüyorum. Yazmasam çıldıracağım diyenlerden biri de benim galiba. Yazmasam ne
yaparım sorusunu pek kendime sormaktan hep kaçındım. Çünkü vereceğim ya da
bulacağım cevapların arasında doğru dürüst bir şeylerin olacağından hep kuşkum
olmuştur. Herhalde bunun için ne bu soruyu sormaya ne de cevaplarını aramaya
hiç yanaşmadım. Hatta doğrusunu söyleyecek olursam hep kaçtım da diyebilirim.
Öyle ya okumasam, yazmasam hele bu yaştan sonra ne yapardım acaba?
İstediğimi okur, istediğimi yazarım. Ama
muhakkak okur, muhakkak yazarım. Hesabım, kitabım, beklentim sadece mutlu
zamanlarımı zenginleştirmek. Nefes alıp vermek gibi, yaşadığımı hissetmek gibi
bir şey. Lakin ısmarlama yazı hiç yazmadım, yazacağımı da sanmıyorum.
Birilerinin isteği ile istediği konuda yazmak bana biraz tuhaf geliyor nedense.
İlgi duymam, hissetmem, sorun olarak görmem, ne bileyim işte yazacağım konuyu
benim isteyerek seçmem gerektiğini düşünüyorum. Eğer ısmarlanmaya çalışılan
konu ile benim düşündüğüm konu arasında bir benzerlik veya aynılık söz konusu
ise durum değişebiliyor. Çünkü ısmarlanan yazı zaten benim düşündüğüm, yazmak
istediğim konu oluyor. Bu durumda da çelişkili bir tablo söz konusu olmuyor.
Şimdiye kadar böyle yaptım, bundan sonra da bu hassasiyetimin pek değişeceğini
sanmıyorum. Çünkü bazı konularda ısmarlama
yazmam için birkaç defa benim için yüksek sayılabilecek telif de teklif edildi.
Telifi beğenmediğim için değil konuya ilgi duymadığım, hakkında hiç bilgi
sahibi olmadığım için yazmak bana pek dürüstlük gibi gelmedi. Başkaları elbette
farklı düşünebilir ama nedense ben öyle hissettim.
Çok reklamı yapılan, ısrarla satış
sayıları yüzbinlerle ilan edilen kitaplardan uzak durma gibi bir yaklaşımım da
var. Kitap önerisi ile kitap satma dayatması arasında çok büyük fark var.
Özellikle bunu karıştırmamak gerekir. İlan tahtalarında, medyanın her alanında
reklamı yapılanlar bana hep dayatma gibi geldiğinden, önceleri bu kitaplara
soğuk, mesafeli dururum. Elde etmek için üzerine atlamayı değil yanından teğet
geçmeyi bile istemem. Herhalde bu durumu dayatmayı ve dayatılmayı sevmediğimden
benimsedim. Böyle bir tavrın iyi veya kötü olduğu üzerinde tartışacak değilim
elbette.
Görünmek bilinmek isteyen narsisistlere
tahammülümde yok sabrım da yok. Sadece kendilerini göstermek isteyen tiplerin
kitabı, kitapları kullanmaları cehalet çukurlukları ile hemen fark ediliyor. Bu
türler kitabı herhangi bir nesne gibi kendi narsisistik emellerini
gerçekleştirmek, doyurmak için kullanırken acınacak duruma düştüklerini fark
etmiyorlar bile. Hep sadece görünme, gösteriş yapma peşinde olanlara yüzümü
ekşitirim. Bunu kitabı maske yaparak sergileyenler daha da iğrenç duruma
düşüyorlar. Kitap sevgisi ile kitap okuma alışkanlığı bireylerin kişiliğinde
oluşan yapmacıklığı pek kaldıramaz. Öyle ki konuşmaları, davranışları onları
hemen ele verir.
Bana baş eğen ama başını vermeyen
kitaplar maskesizler ve sessizdirler. İstediğim zaman seslerini çıkarıyor lakin
sözlerini sakınmıyorlar. Bazı düşüncelerime karşı çıkıp bazılarını da
değiştirebiliyorlar. Tartıştığım, çeliştiğim kitaplarım da oluyor. Onların
sayfalarına bıraktığım çizgiler, soru işaretleri, ünlemler benim için birçok
anlamı içerisinde taşıyor. Bir anlamda kitaplarla cedelleşiyorum.
Fakat kitaplar öyle nazikler ki susmasını
da biliyorlar isterseniz. Ama siz konuşmasını tercih edebilirseniz karlı çıkan
yine siz olursunuz. Veysel’in toprak için söylediği “Karnın yardım
kazma kazma ilen bel ilen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen” dediği
gibi, kitapların üzerine incitilmeden işaret konulması onları mutlu edecektir.
Çünkü bu davranış aynı zamanda ona, işaret edilen sayfalara bir değer
verildiği, üzerinde düşünüldüğü anlamına da gelir. Tekrar ona başvurulduğunda
işaret edilen bilgileri okuyucuya hemen sunar.
Çokbilmişliğin çiğliğinde söylev
veren kitaplara pek rastlamıyorum. Ara sıra yanlış bir seçimden sonra karşılaştıklarım
ise benim kitaplarım olmaktan uzaklaşıyorlar zaten. Kısaca benimle tartışan,
bende yeni çağrışımlar uyandıran, yeni ufukları işaret eden, öfkelendiren,
sevindiren ama kendisini okutturan kitaplarla okuma zevkine ulaştığımı rahatça
söyleyebilirim.