Giderek
unutulanlar arasında hatırı sayılır olmak, hatır gönül bilmek de var. İnsanın
yaşadıklarına vefalı olması da bir anlamda hatıralarını hatırlaması,
gerektiğinde de onları uygun bir lisan ile hatırlatmasıdır. Hatır ve hatıranın
güzel bir şekilde birbirini tamamladığını fark edenler ne demek istediğimi daha
iyi anlayacaklardır. Anlamak kadar anlaşılmanın da eksikliğini hissettiğimiz bu
zamanlarda hatıraların hasretini duymakta var elbette. Fakat bazı hatırlar var
ki bir kentle, kentin bir caddesi, sokağı, alanı veya köprüsü ile canlanır,
canlı olarak yaşayıp gider. Özellikle bunlar çocukluğunuzdan kalanlar ise
hayatınızda daha büyük izler bırakır. Eğer artık geçmişte kalmış olan
yaşadığınız yerlerde değişmeler, yıkılmalar söz konusu ise birçok hatıralar da
bir süre sonra onlarla birlikte kaybolup gider. Bir siluettir sizde ve gözde
kalanlar.
İlk
gençliğimin geçtiği yerler, sokaklar, neredeyse her evin önünde bahçeleri olan
yemyeşil yaşanacak bir yerdi. Bu yer sevdalarımı da, acı tatlı hatıralarımı da
barındıran, sırtını Akdağların yemyeşil ormanlarına dayamış güzel bir yerdi. Geçenlerde
ilçemizden bir fotoğraf gördüm. Bu fotoğrafa hatıralarla ama varlığımı kaplayan
bir hüzünle baktım. Ortaokul yıllarımda hemen her gün üzerinden geçtiğim taş
köprünün fotoğrafıydı bu. Oysa şimdi yerinde yeller esiyordu. Yok olmamış,
hunhar ellerce yok edilmişti. Ama ben fotoğrafa dalıp kalmıştım. Fotoğrafın
çekilmiş olduğu zamanın içine girmiştim. Geçmişi bir taş köprünün üzerinden,
korkuluğuna yaslanarak yaşadım. Uzun uzun bu fotoğrafı seyrettim. O zaman
anladım ki bu köprünün bende ne kadar da çok hatıraları varmış.
İlçemizin
ortasından geçen akarsuyun üzerinde kurulmuş olan bu köprünün tarihi çok
gerilere dayanıyordu. Aslında benim bilmediğim gibi, sorduklarımın çoğunun da
tarihini bilmediği bu taş köprü sadece benim ve benim gibilerin değil tarihin
de hatıralarını üzerinde taşımış, yıkılana kadar da taşımaya devam etmişti.
Elimde
kitaplarımla bu köprünün üzerinden geçerken nedense hep üzerinde biraz dururdum.
Yukarılardan gelen akarsuya bakar, sonra geriye döner aşağılarda köpüklenerek
çağıldadığını seyrederdim. O zaman bu sular tertemiz, çarptığı taşlar açıkça
görülürdü. Köprünün üzerindeki bir nefeslik bu duruşumda hemen suyun kenarına
dikilmiş sık kavak ağaçlarının sallanışı, hafiften çıkardığı hışırtılar
herhalde beni çok dinlendirmiş olacak ki rahatladığımı hissederdim. Hatta bu
şekilde bir güç toplardım, dinlenmiş olurdum.
Sadece
okula değil hafta sonlarında oyun yeri olarak kullandığımız Pazar alanına da bu
köprünün üzerinden geçerek varırdık. İlçede pazarlar Perşembe günleri kurulduğu
için hafta sonları buraları bomboş olurdu o zamanlar. Yeni yeni bisiklet sürme
alıştırmalarını da bu köprü üzerinden Pazar alanına doğru giderek yapardım.
Çünkü köprünün üzeri biraz yüksek olduğu için burada bisiklete biner, pedal
çevirme işini biraz daha kolaylaştırmaya çalışırdım. O zaman ekmek elli kuruştu
bisikletin saatini 25 kuruşa kiralar, gönlümüzce sürerdik. Daha acemiliğimin
geçmediği bir günde yine bisiklete binmiş yukarıdan aşağıya doğru bisikleti
salmıştım. Varacağım noktayı hep düz olarak düşündüğümden hızımı kesmeyi de hiç
düşünmemiştim. Fakat hemen önüme üzeri kalın örtülerle kaplanmış koca bir tepe
çıktığında şaşırmış, ne yapacağımı bilemez olmuştum. Bu telaşla bisikletle
birlikte tepeye doğru tırmandım ama hemen ileride düştüm. Aslında buğdayların
üzerine düştüğüm için zemin yumuşaktı. Lakin örtülen bezler açılmasın ya da rüzgâr
açmasın diye bazı noktalara taşlar konmuştu. Düştüğümde bu taşlardan birisi sol
bacağıma rast gelmiş büyük bir acı hissetmiştim. Ayağa kalktığımda adım atınca
pek bir şey olmadığını düşündüm. Başka bir şey olmadığı için de tekrar
bisikletime binerek gezmeye başladım. Fakat sevincim fazla sürmemişti. Çünkü
daha bir gün önce aldığım pantolonumun sol dizinde kesilmiş gibi bir yırtık
açılmıştı. Dizimin sıyrığına, morardığına hiç aldırmadım ama pantolonumun
yırtılmış olduğuna, bu gün bile hatırladığım üzüntüyü hissetmiştim. Her yeni
pantolon aldığımda o gün yaşadıklarımı,
içimi burkan üzüntümü hep hatırlarım.
Yıllar,
yıllar sonra nasip olup Balkan şehirlerinden bazılarını ziyaret ettiğimde belki
ilçemizin taş köprüsü kadar küçük olmasa da bazı taş köprülerin benzerliği de
bana hep yıkılan köprümüzü, köprüyle sanki sulara kaptırılan hatıraları
çağrıştırdı. Makedonya’nın Üsküp, Gostivar kentlerinde, Kosova’nın Prizren’ deki,
Arnavutluk’un İşkodra kentindeki, Sırbistan’ın Belgrat’taki bazı köprüleri ne
kadar da birbirine benziyordu. Aynen bizim ilçemizdeki köprü gibi. Bu taş
köprüler belki bir elden çıkmamıştı ama herhalde aynı kültürün mimarisi olarak
benzerlikler gösteriyordu. Biliyorum ki bu taş köprülerin sadece kişilerle
ilgili değil tarihle de ilgi ne büyük ne zengin hatıraları vardır. İlçemizdeki
köprünün yıkılmasıyla sadece benim değil burada yaşamış olanların hatıraları da
yıkıldığını düşünüyorum. Ancak adı gibi hala Türkçe bir kelime ile “Balkanlar”
olarak anılan bu topraklardaki köprüler sadece küçük hatıraları değil koca bir
tarihi taşıdığı için asırlara meydan okuduğunu gördüm. Ama ilçemizdeki yıkılan
tarihi köprü ile birlikte nice anıların silinmesini kendi adıma hiç
affedemedim.
Şimdiye
kadar yazılarımda beddua anlamına gelebilecek sözler yazdığımı pek
hatırlamıyorum. Lakin hatırımızı ve hatıraları yıkanların hatıraları yıkılır
demekten de geri duramıyorum.