“Yine
gam yükünün kervanı geldi.”
Eskitilen, eskitilip çöplüğe
fırlatılan, yaban ilan edilen, eskide bırakılan ama hiçbir zaman eskimeyen eskileri
şöyle bir hatırlamaya, o köşelerden çıkarıp üstünün tozunu silmeye ne dersiniz?
Nostalji demeyiniz. Çünkü o
eskidenmiş eskiden.
Eskiden bahçelerimizde lale,
sümbül, gül bitermiş. Şimdi ayrık otları sulanıyor, besleniyor, dört bir yana
yayılıyor, dal salıyor. Mesela tarihime uzanıyor, mukaddeslerimi kemiriyor,
için için bir çınarı çürütmeye çalışıyor.
Bahçe viran, bağ hazan ya bahçıvan…
Nedimler Kâğıthane’ye uğramaz oldu
artık.
Şehrin ciğerine saplarcasına diktik
gökdelenleri.
Sadabad’da çifte kayıklar
eskidenmiş eskiden…
Eskiden askerlik yapmayanı adamdan
saymazlarmış… Adamdan… Kız da vermezlermiş.
Eskidenmiş…
Adamdan sayılmaya ihtiyaç da
eskilerde kalmış! Adam saymaya da…
Adam gibi adamlık da eskidenmiş
eskiden.
Vatan dendi mi yürekler yeniden
korlanırmış. “Bu vatan toprağın kara bağrında yüce dağlar gibi duranların”
olması eskidenmiş. Artık parayı bastırmak yetiyor da artıyor bile…
Eskiden “vatan sevgisi imandan
gelir” demişler.
Eskidenmiş… Gayrı vatan sevgisi de,
iman da paradan gelmeye başlamış!
Eskiden vatana ihanet canla
ödenirmiş… Can!
Şimdi vatana hizmet malla ödeniyor…
Mal!
Ödemelerin şekli şimali değişti.
Kelimeler bile yüklenen anlamlara isyan etti.
Şiir değişti, şuur değişti…
Değişmeyen…
Eskiden…
Mecnunca sevmeden Mecnunca
sevdalara heveslendik.
Eskidenmiş o sevdalar… Yanmalar,
yakınmalar…
Mahcupluk ve ürkeklik eskide kalmış…
Eskide…
Şimdilerde günde üç beş ilişki ne
beyi ne bayı kesiyor.
“Birliktelik” sosyolojik bir kavram
olmaya hevesleniyor. Aile “eskidenmiş” diyenler de var.
Eskide!
Hasretlerimiz, özlemlerimiz ve
gurbetimiz vardı eskiden. Bizi besleyen yanlarımızdı bunlar. Türküler yakar,
türküler çığırırdık.
Şimdilerde ayrılıklar bir tuş kadar
yakın. Türküler okunuyor metal seslerden. Türküler okunuyor! Okunuyor!
Amerika Buş kadar yakın. Ne
içimizde gurbet kaldı ne de dışımızda. Onu da eritmeyi başardık sonunda!
O gurbetler de eskidenmiş eskiden…
Eskidenmiş yiğitlik, başlar duman
olsa da dağlar kadar.
Eskidenmiş mertlik, er oğlu erlik…
Delikli demir çıkana kadar…
Gönüller köprü kurarmış… Bedeli ya
hürriyet, ya cana kadar…
Eskiden…
Eskiden, eskiye rağbet olsa
bitpazarına nur yağar, derlermiş.
Eskiden…
Eskimeyen eskilere saldırı yağıyor,
küfür yağıyor… Saldırılar, küfürler caka satıyor eskilerimizin üzerinde.
Eskilerin üzerinde nadan tabanlar iz bırakmak yarışında…
“Dur!” demek, diyebilmek
eskidenmiş… Eskiden…
Eskilerde eskittik vefasızlıkları. Yenilerde
azaldı mı, sorguluyoruz. Çünkü eskiler gitti, eskiler bitti.
Büyüttük besledik nazar değmesin!
Hürriyeti gelin ettik çağın elma şekerlerine. Ekranlarına zamanımızı sunduk
hediye olsun diye.
Diyemedik bunlara, sesimiz
çıkamadı.
Eskidenmiş eskiden.
Bayramlarla sevinirdik, çoluk
çocuk. Bayramlarımız “bayram” olurdu. Bayramları bayram gibi yaşardık.
Tarihle övünürdük eskiden. Bilmem
kaç bin yıllık…
Utanır olduk, söver olduk
şimdilerde. Kovar olduk dehlizlere… Niye bu kör koşuş?
Eski bayramlar eskilerde, eski
hanlar eskilerde bile kalmamış. Bayramlar tatillere kaçış, insanlardan kaçış… Hanlar
hotel motel adını alarak bilmem ne senaryoları üretilen yerler olmuş.
Konukları başka, konaklayanları bir
başka…
Eskiden, diye başlayan hikâyeler
başlamaz olmuş.
Sevdalar eskir mi? Sevdalılar
tükenir mi?
Aşkın hangi hali bizi ağırlar?
Hangi kelimeyi tekrar ederek tükettik? Bu halimizle nerelere yettik?
Yeniden tohum başak olacaksa onu
elde tutmak niye?
Değil mi ki tohumu toprağa bırakmak
eskiden…
Değil mi ki tohumun özgürlüğü
toprakta… İnsanın sonu-dirilişi toprakta!
Bu gerçek dururken isterse hep
birden bağırsınlar… Bağıralım! Ne çıkar?
Eskidenmiş eskiden…